Biyografi Fotoğraflar Basından Yazı-Yorum Linkler İletişim Semaver Kumpanya

İSYANIMI, HAYKIRIŞIMI YANSITACAĞIM TEK ŞEY TİYATRO / 15 Temmuz 2001, Feridun Andaç

- Çocukluk günlerinize dönerek, tiyatroya ilginizden başlayalım. İlk hatırladıklarınız. İlk seyrettiğiniz oyun hangisiydi?

İzmir Devlet Tiyatrosunda gördüğüm bir oyun. On, on bir yaşlarında, annem götürmüştü. Annem ilginç bir insandı, çocuklarını kitap okumaya zorlardı. Mesela ben Balzac ve Dostoyevski'yi ilkokul sonlarında okudum. Annem çok erken başlattı her şeye. Aklımda kalan tek oyun Maksim Gorki'nin Ayak Takımları Arasında'ydı yanılıyor da olabilirim, Küçük burjuvalar da olabilir. Gerçekten çok etkilenmiştim.

Ondan sonraki dönemlerde Galatasaray Lisesi'nde okuyordum. Önceleri edebiyat kolu içinde yer alıyordum. Daha sonra tiyatro kolu içinde yer aldım. Ama galiba tiyatro sevgisi önce yazıdan çıktı. Annem denemeler, öyküler hatta tiyatro oyunları yazardı. Sonra gazeteci olarak devam etti. Belki onun etkisiyle ben de yazılar yazmaya başladım. Küçük öyküler, şiirler yazdım ve okul dergilerinde yayındılar. İlk önceleri tiyatronun yazarlık tarafından yürüdüm.

- İlk okuduğunuz tiyatro metnini hatırlıyor musunuz?

İlk okuduğum metin galiba Moliere'nin Cimri'siydi ve hemen ardından da Haldun Taner'in Keşanlı Ali Destanı. O dönem o oyunlardan çok etkilenmiştim.

- Sizi o dönem metinlerde, oyunlarda etkileyen neydi? Görsellik mi, Oyunun konusu muydu, dramatize edilişi miydi?

Hayır, hep yazarlık tarafı etkilemiştir beni. Mesela oynayan aktör o kadar etkilememiştir. Kafamda bir dünya var ve o dünyanın da yazarlık olarak yaradılış şekli tasarlanması çok ilgi çekiciydi. Dediğim gibi hep yazarlıktan yola çıktığım için, Galatasaray'da okurken tiyatronun dramaturgisiyle uğraşmak için çaba sarf ettim. Yani lisede tiyatro kolu bizim elimize geçince, -çünkü öncelikle büyüklerdedir- ilk yaptığımız iş Reşat Nuri'nin Yaprak Dökümü'ydü. Ve Yaprak Dökümü'nü biz gerçek anlamda batılılaşma öyküsü içinde nasıl sömürüldüğünü anlatmaya uğraştık. Biraz da politize olmuştuk. Dekorumuzu hatırlıyorum, bir gramafon ve onu yutan insan olarak tasarlamıştık. O dönemi bitirirken ben dramaturg olmak istiyordum. Yani tiyatronun yazarlığı ve tiyatronun dramaturgisi üzerinde uğraşacaktım. Hatta ilk üniversite sınavlarında direkt Dil Tarih-Coğrafya Fakültesi Dramaturgi Bölümü'nü yazdım ve kazandım. O sıralarda ben işçi tiyatrosu yapıyordum, fabrikalarda oyunlar oynuyordum. Faal bir amatör tiyatro heyecanı içindeydim. Bütün bunları bırakıp gidemeyeceğimi anladım ve gitmedim.

- O dönemin üzerinde duralım. Sokak tiyatrosu vardı, Devrim için Halk Tiyatrosu vardı. Peki sizin tiyatro edebiyatıyla, tiyatro tarihiyle buluşmanız buna paralel mi gelişti?

Paralel ve politikayla birlikte gelişti. O dönemki politik düşüncemden, çabalarımdan farklı farklı şeyler olarak görmüyorum. Kendimi öyle bir yerde buldum ki bir yandan politik bir hareket içindeydim bir yandan o harekete katkıda bulunabilmek için en iyi yol da benim için tiyatroydu. Gerek yazmak, gerek oynamak.

1973-74 yıllarıydı oyunlar yazıp, gidip grevlerde oynardık. Tabii Mehmet Ulusoy'lar, Genco Erkal'lar da vardı biz daha çocuktuk. İşçi tiyatroları kurulmuştu o dönem. Gene aynı dönem içinde lisede okurken, Şehir Tiyatrosu'nda figüranlık yapmaya başladım para kazanmak için. Ve orda Ağrı Dağı Efsanesi gibi birçok oyunda figüranlık yaptım.

- Sizin geleneksel tiyatrodan çağdaş tiyatroya kadar bir yelpaze içinde sahnelediğiniz oyunlar var. Epik tiyatroyla yüzleşmeniz hangi dönemde oldu?

Epik tiyatroyla yüzleşmem, Vasıf Öngören'i keşfetmemiz aynı dönemdir. Benim için çok önemli bir şey var - en başında söylemem gereken- 16 yaşımda öğrenci kartımın üstünde doğum tarihimi değiştirip, Sinematek'e kabul edilmek için yıllarımı verdim. Ve o sayede Onat ağabeyimi tanıdım. Yaşamda bir şey yapabilmişsem, kendi kendimce düzgün yaşayabiliyorsam bunu birazda Onat Kutlar'a borçluyum. O dönem Onat ağabey sayesinde radyo oyunları da yazmaya başlamıştım.

Aynı dönemlerde işçi tiyatroları, Şehir Tiyatroları'nda figüranlık yaparken aynı zamanda Beklan Algan'a asistanlık yapıyordum. Zeynep Oral'ın Adsız Oyun adlı oyununda ona asistanlık yaptım. Tiyatro hep devam etti hayatımda, tiyatro üzerine yazılar yazdım bir dönem. Daha önce söylediğim gibi DTCF Dramaturgi Bölümü'ne gitmedim. Yeniden bir sınava girip Endüstri Tasarım Bölümü'nü kazandım, oraya da gitmedim. İstanbul'da kalmak için hukuk okudum bir iki yıl. Sonra Fransız Kültür Merkezi'nin kültür bursuyla 1978 başında Fransa'ya gittim.

- Shakespeare sizin yönetmenliğinizde odak noktasını oluşturuyor neredeyse... Ama oraya varma süreciniz var. İstersiniz o Sorbonne'daki eğitiminizin, sizi tiyatrodaki yönetmenlik düşüncesine götürmesi üzerinde duralım.

Sorbonne'da okumaya başlarken bir yandan da çalışmaya başladım. Hangi yönetmen beni kabul ediyorsa provalarını asiste ediyordum. O dönem her gün okul tiyatro salonları arasında gide gele hayatım birden bire tiyatro oldu. İki şeyle meşguldüm: birincisi kültür birikimimi arttırmak-genel anlamda tiyatro üstüne- , ikincisi oyunculuk yapmaktan çok oyuncuyu anlamaya çalışmak.

Hiçbir zaman oyuncu olmayı düşünmedim. Yazıdan yönetmenliğe döndüm. Yazı bana oyuncuyu anlamamı sağladı. Metinle oyuncu arasındaki ilişkinin seyirciye ulaşmasında bir yer arıyordum kendime. Ve o da doğal olarak yönetmenlikti. Paris'te 6 yıl asistanlık yaptım. Elbette bu karşılaşmalarımın içinde en önemlisi Mehmet Ulusoy ile olanıdır.

- Mehmet Ulusoy'la yüzleşmeniz, sizi, nereye kadar yakınlaştırdı?

Onun provalarını izlerken, bir gün bir oyuncu gelmedi. Bana dedi ki; 'şu teksti sen okur musun?' O gün bir çıktım sahneye bir daha inmedim. Asistan olarak altı yıl çalıştım Mehmet Ulusoy'la.

- Asistanlıkta temel şey nedir sizin için?

Birincisi her an mutfağın içinde olmak ve oyuncuyu tanımak Oradaki avantaj müthiş bir şeydi. Çünkü Mehmet Ulusoy'un ilgilenmediği her şeyle ben ilgileniyordum. Işık, ses, biçimlendirmek. Tiyatroyu, çocuğum gibi alıp büyütmekti benim görevim.Işığı, sesi de orda öğrendim. Ve bunları bir yönetmenin bilmesi gerekir diye düşündüğüm için öğrendim.

- Oyuncuyu biçimlendirme, oyuncuyla direk ilişki, oyuncuyu biçimlendirme, ona kuracağı yeni bir dili anlatma, bu süreci biraz anlatır mısınız.

Şimdi hâlâda yaptığım şeydir. Oyuncu sadece sahnede oynarken veya prova yaparken olmuyor. İş, çok önceden beş, altı ay önceden başlıyor. Bu oyunda yer alıp almak istemediğini sormakta, kitabı göndermekte, kitap üstüne konuşmakta. Yani oyuncu hiçbir zaman bugün prova, yarın hazırlanmıyor. Oyuncu ve yönetmen ilişkisi mutlaka zaman istiyor. Ve belli bir süzgeçten geçip, oyuncu ve yönetmen olarak ortak bir dil oluşturduğunuzda sahneye çıkıyorsunuz. Çoğu zaman oyuncular sahne üstü ve sahne dışı birbirinden çok ayrıdırlar. Yönetmenlik bence, sahne üstünde görmeden bu tür sokaktaki ilişkide insanı sahne üstünde tahlil edebilme yeteneğidir. O yüzden oyun başlamadan önce siz oyuncularla ne kadar bir araya gelirseniz o kadar oyununuzun iyi olması söz konusu.

Bir oyuncudan, çok artık akıllı ve çok kültürlü olmasını da beklememeyi öğrendim. Bir oyuncunun illa çok kitap okumuş olması gerekmiyor. Ama yönetmenin, evet. Yönetmenin gerçekten bu karşısına gelenleri, oyuncuları anlayabilmesi için müthiş bir birikime sahip olması gerekir. Bir şey anlatmak istemiyorsanız, anlatacak bir şeyiniz yoksa, ne oyuncu ne de yönetmen olmanıza gerek yok. Ticaret yapmak istiyorsanız, ticari tiyatro yapmak istiyorsanız para kazanmak için, onun yolu var. Daha teknik bir iş, kuralları var marangozluk gibi. Karşı değilim, saygı duyarım bu tür tiyatrolara. Hayatta can sıkıntısına karşı uğraşırlar.

Fransa'da bir dönem geçerken; 'Mehmet Ağabey artık ben kendi tiyatromu kurmalıyım' dedim. 1983 yılında Paris'te kendi tiyatromu kurdum. Burada ilginç bir şey oldu. Ben daha tiyatroyu kurarken Chaillot Devlet Tiyatrosu'na bir gençlik oyunu teklif ettim. Onlar da kabul ettiler. Ben ilk mizansenimi Chaillot Devlet Tiyatrosu'nda yaptım. Gazeteciler sevdiler, çok insan geldi ve birden bire kendimi yönetmen olarak buldum. Ama çok çalışmıştım. Ardından Théâtre à Venir adına bir oyun yapmaya kalktım. Bir araba almıştım onu sattım, elimdeki her şeyi sattım. Televizyonumu, müzik setimi ve en önemlisi ansiklopedilerimi sattım. Çünkü kafamda şöyle bir düşünce vardı. Yönetmenlik yapacaksam mutlaka angaje ettiğim oyuncuların parasını vermeliyim ki gerektiği kadar bağırıp çağırıp karşılığını alabileyim.

- Peki Fransa'da yerleşik bir tiyatro yapma çizgisine gelmişken birden Türkiye'ye döndünüz. Neden?

Fransa'da iki yıl sonra tiyatrom ödenekli tiyatroya girdi. Her yıl da bu ödeneğim yükseldi. Fransa adına festivallere katıldım, turneler yaptım. O sıralarda Gençay Hanım beni Türkiye'ye davet etti; "Burada oyun yapar mısınız" dedi Ona oyunlar önerdim, C. Goldoni'nin İki Efendinin Uşağı'nı yaptık. İki ay çalıştım. Ödüller aldı. Ve tekrar geri döndüm ve sonra Gencay Hanım tekrar çağırdı. Kral Lear'ı yaptım. Kral Lear benim için bir dönüm noktasıdır. Çünkü birden bire içimde beni yıllardır depresyonlarımı çözen Shakespeare'den bir şey yapmak düşüncesi vardı...

Shakespeare başlı başına tam bir dünya. Shakesspeare'in içinde babam var, annem var, kardeşim var, intihar edenler var, katiller var, aşk var, her şey var. Ve gerçekten çekiyor beni. Shakespeare'de kendimi suda balık kadar iyi hissediyorum. Shakespeare'in yazdığı her şey benim ailem ve benim arkadaşlarım. Fransa'da böyle bir şey yapabilmem için çok yıl geçmesi gerekiyordu. Ve bakanlığa gittim: 'Benim ödeneğimi üç katına çıkartın ya da ben gidiyorum' dedim; 'Büyük oyun yapmak istiyorum, Shakespeare yapmak istiyorum, o kadar ödenekle yapamıyorum' dedim. Ve o sene geldim Türkiye'ye Kral Lear yapmak için. Benim için önemli bir oyundu. Kendi ailem ile ilgili bir şey yapıyordum. Ben bütün bu yaptıklarımı yaşamımın bir parçası olarak gördüğümden çoğunda ben varımdır. Shakespeare'in her oyununda hepimiz varız. Hepimizi anlatıyor.

- Siz farklı bir yorum getirdiniz Hamlet'e. Belki de sizin kariyerinizde bir doruk noktası bu oyun.

Kral Lear'dan sonraki sene, 'madem ben Shakespeare yapabiliyorum' dedim; Devlet Tiyatrosu'na yazı yazdım: 'Ben Anadolu'da 5 tane Shakespeare yapmak istiyorum. beş Anadolu kentinde; Diyarbakır, Trabzon, Adana, Antalya ve Bursa.' Diye bir öneri getirdim. Bu şehirler içinde Antalya, Adana ve Bursa kabul etmedi. Diyarbakır ve Trabzon'da, Macbeth, Kısasa Kısas, Venedik Taciri oyunlarını oynadık. O oyunlar beni çok heyecanlandıran oyunlar oldu. Anadolu'da hiç Shakespeare oynanmamıştı. Türkiye'de ilk defa Diyarbakır'da tiyatro biletleri karaborsa oldu. Sokağa çıktığımda insanlar teşekkür ediyorlardı Diyarbakır'da.

Toplam yedi Shakespeare oyunu sahneledim. Hamlet'e gelirsek eğer. Bir gün Gılgamış çalışıyorum, Ankara'da provanın ortasında bir telefon geldi İzmit'ten. Belediye başkanı 'sizinle çalışmak istiyoruz, bir tiyatro kurmak istiyoruz' dedi. Gılgamış bitti ben İzmit'e gittim. Sefa Sirmen'in büyük desteğiyle, birden bire İzmit Şehir Tiyatrosu çıktı ortaya. Orada da sezonu açabilmek için; hayatının oyunu vardı gündemde. Ve Hamlet... Hamlet'i yaparken kafamda tek bir şey vardı; tekste hiç dokunmamalıyım. Ne kadar sürerse sürsün. Çözemediğim yerleri de oyuncularla çözerim. Hiç çözemiyorsam öyle kalsın... Yönetmenin okuduğu teksle, sahne üstünde gördüğü teks arasında dağlar kadar fark vardır.

Çalışmaya başladığımızda oyuncuların hepsiyle ilk defa çalışıyorduk. Hepsi yeni mezun olmuşlardı ve hiç deneyimleri yoktu. Birden bire biz gece gündüz demeden böyle bir çalışmaya girdik. Yani önce metini anlamaya çalıştık, anlatmaktan önce. Ne anlıyorsak onu anlattık. Bunun içinde benim yaşamımdan gelenler de var. Benim yaşamımda şiddet var. Gizli olarak sevgide de var, öldürmekte de var. Mesela Kral Lear'da insanları bıçak sokarak öldürmek yerine, vurarak öldürtüyordum. Onlar benim oyunlarımın bana ait parçaları. Bunları sonra görüyorum. Bilincin yansıması. Hamlet'te gerçekten anladığımızı anlatmaya çalıştık. On yedi bin kişi seyretti. Oyuncular gençtiler, hatalarını düşünmüyorum. Tiyatroda doğru, olmadığını iddia eden birisi olarak yanlışında, ne olduğunu bilmiyorum. Doğru yok. Ondan eminim. Doğru, olamaz...

- Kendi yönetmenlik serüveninize baktığımızda, durağan bir şey yok. Çok farklı uçlarda oyunlar yönettiniz. Çehov var, Gogol var, klasik oyunlar var. Bu serüvenin mayalanma sürecini hep sıcak tutan, yenileyen bir şey var. Yani bu dinamizmi yaratırken sizi besleyen kaynaklar nedir?

Açıkça tek beslendiğim şey yine dönüp dolaşıp yazın/edebiyat diyeceğim. Yani kitap. Sürekli okuyorum ve sürekli depoluyorum. Önümüzde on yıl içinde yapmak istediğim oyunları biliyorum.

- Yönetmen olarak laboratuarınızdan söz edelim Knepp'i hazırlarken olsun Shakespeare çalışırken olsun yani sizinde bir takım nesneleriniz var. Objeleri yönetmenin dünyasına sokuyorsunuz, bunun anlamı üzerinde duralım istiyorum.

İçinde yaşadığımız sosyal yapıdan hiçbir şekilde bir saniye bile ayrılmıyorum. İstanbul'da yaşıyorum ve bütün olaylarıyla birlikte bunlardan kendimi hiçbir şekilde sıyıramıyorum. Tamamen yüz binlerce kişiye ya da ortama ait sıradan biri olarak yaşıyorum. Bütün kulaklarım ve gözlerim açık olarak. Buna karşı isyanımı, haykırışımı yansıtacağım tek şey tiyatro. Benim için her oyunum aslında bir haykırış. Kendimi hep bağıran/haykıran bir adam olarak görüyorum. Her oyunum da haykırıyorum. Asıl olan haykırmak, tiyatro değil. Başka bir şey yaparak, mesela turşu satarak bunu yapabileceksem, gider onu yaparım.

Bir şey söylemeye/haykırmaya ihtiyacım var. Yaşam içinde bütün bu algıladıklarımı tekrar dışarı çıkarmaya ihtiyacım var ve bunları bağıra çağıra çok ta estetik kaygılarla uğraşmadan, en iyi nasıl anlatabilirimle uğraşıyorum. Hiçbir estetik kaygım ya da yeni bir şey deneme diye bir kaygım yok. O yüzden de belki bütün oyunlarım bana benziyordur ama birbirinden çok farklıdır.

- Yakın zamanda neler yapmayı planlıyorsunuz?

Şimdiden dokuz projem var kafamda. Önümüzdeki sezon için İhsan Oktay Anar'ın Efrasiyab'ın Hikâyelerini hazırlıyorum. Çok hoşuma gidiyor, yine masallar dünyasına gideceğim. Van'dan çağrıldım, oraya gideceğim. Antalya'ya gideceğim. İzmit yine olacak. Oyunlar yazdırtıyorum. Bütün yaptığım oyunların hepsini kendim çevirtiyorum. Akademi İstanbul'daki derslerim devam edecek...    

Ana Sayfa || Biyografi || Fotoğraflar || Basından || Yazı - Yorum || Linkler || İletişim || Semaver Kumpanya