IŞIL KASAPOĞLU Röportaj / 14 Mart 2003, Hüseyin Sorgun
- Türk tiyatrosu ve Türkiye’de tiyatro kavramlarına bakışınız nedir?
Yeni bir söylemle karşı karşıyayız : “-Tiyatro Battı, Artık İşlevini ve Seyircisini yitirdi” diye yakınan ve bu söylemi “ Para Kazanabilme” adına “Sanatsal Diziler !” yapabilmek için bir çıkış ya da merdiven olarak kullanan bir “Sanatçı” grubuyla hala Türk Tiyatrosu Kavramı ile ilgilenebilecek kişilerin bulunabileceğini hayal eden ve adım atan Gazeteci ya da Araştırmacıların varlığı gerçekten “Heyecan” verici.Türk Tiyatrosu kavramının tartışılabilmesi için önce “ Tiyatro Ne ?” ve “Neden Tiyatro” sorularını kısaca yanıtlamalıyım.
Dünyada Tiyatro
Doğuş Tarihini insanlığın “Adam Olma” tarihiyle özdeşleştirebileceğimiz Tiyatro yeryüzü ülkelerinin “Az Gelişmiş” ya da “Çok Gelişmiş” olmalarını dikkate almadan her toprakta varlığını sürdürüyor.
Sinema, gelişen yeni teknolojilerle, video, DVD, vs.. olarak yatak odamızdaki “Yalnızlığımıza” kadar girmişken, Tiyatro İnsanın İnsanla “Birlikteliği” ni savunuyor.
Sahnedeki Aktörün seyircisiyle aynı havayı soluduğu ve varlığından, sessizliği ya da titreşiminden ya da gözlerindeki gülümsemeden, sıkıntıdan, kalp atışlarının sesinden etkilendiği Tiyatro, büyüsünü yüzyıllardır koruyor. Seyirci her seferinde bir “Yaratılış” öyküsüne şahit oluyor.
Çocuklarına “Adam Olmayı” öğretmek isteyen toplumlarda Tiyatro, Eğitimin vazgeçilmez bir parçası. “Büyüklerin” “Adam Olması” da zaten evrensel kültürün yoğrulmasına, dolayısıyla Tiyatroya bağlı.
Dünyada iki Tiyatro türü var ;
A- Kamu Tiyatroları: Devletten eğitimin bir parçası olarak çeşitli biçimlerde ödenek alırlar. Kazanılan para gene Tiyatroya yatırılır. Gişe gelirleri Genel Bütçenin sadece bir bölümünü karşılar.
B- Bulvar ya da Vodvil Tiyatroları: (Theatre Prive) Özel Tiyatrolar olarak da adlandırılabilirler. Devletten Ödenek almazlar. “Hoşça Vakit Geçirmek” için vardırlar, Can Sıkıntısı’nın düşmanıdırlar. Gişe gelirleriyle yaşarlar, ticari tiyatrolardır.
Amerika Birleşik Devletleri’nde Özel (Ticari) Tiyatro yerli yabancı turistler için yaşamını sürdürürken kıtanın diğer ülkelerinde Kamu Tiyatroları gelişiyorlar. Avrupa’da eğitimin ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilen Kamu Tiyatroları ise yeni ödeneklerin yaşama geçirilmesi için çabalarını sürdürüyor.
Uluslararası ilişkileri “Ticari İlişkiler”den kurtaran da gene İnsan’ın İnsan’la birlikteliğini sağlayan Tiyatro. Dil, Din ya da Irk gözetmeksizin tüm yeryüzü insanlarının aynı havayı birlikte solumasını sağlayan gene Tiyatro.
Oyuncular ve Seyirciler...
Türkiye’de Tiyatro
Yetmiş milyon nüfusa ulaştığımız 2003 yılında ülkemizde halen Tiyatro kendi içinde yollarını ayıramamış, aynı sepetteki yumurtalar gibi, yan yana, her an kırılacakmış gibi narin, yolculuğunu sürdürüyor.
Kamu Tiyatrosu Varolma nedenlerini unutup Ticari Tiyatro ile rekabete girişmiş, Özel Ticari Tiyatrolar ise yaptıkları “İş” ten bağımsız olarak Devlet’ten yardım beklemekte, çok azı gerçekten tiyatroya yatırım yapmaktadır.
Bunun en önemli nedenlerinden birisi ülkemizde Sahne Sanatlarıyla ilgilenen ve bu dalda çalışarak yaşamlarını sürdürmek isteyen kurum ve kişilerin azlığıdır. Halen yetmiş milyonluk ülkemizde Sahne Sanatları konusunda çalışan kişi sayısı kamu ve özel kurumlar dahil 1700 kişiye ulaşmamıştır. Gene Tiyatro salonlarının sayısı nüfusumuza ve gelişmiş ülkelere oranla çok azdır. Var olanların büyük bir bölümü de Tiyatro salonu olarak yapılmamış, depolardan ya da düğün salonlarından devşirilmiştir.
İstanbul’da halen Devlet ve Şehir Tiyatroları dışında varolan Özel Tiyatro sayısı değişen sezonlara bağlı olarak 15 – 20 arasındadır. Bu Tiyatrolardan bir bölümünün varlık nedenleri ticaridir. Çok az bir bölümü ise Kamu Tiyatrosu görevini sürdürmekte ve Kültür yaşamımıza İyi, Doğru ve Güzel’i katmak için çaba harcamaktadır. “Hoşça vakit geçirilen” ve “Can sıkıntısına düşman” ticari tiyatroların “Çocuk Oyunları” versiyonları da gene ciddi bir içerikten yoksun, para kazanma üstüne tasarlanmıştır.
Örneğin Paris gibi bir kentte her akşam 380 oyun perdelerini açarken bu rakam ülkemizin tüm kentlerinde aynı gün sahne alan oyunların tamamından bile dört-beş kat daha fazladır.
Bu Durum seyirci azlığı, bilet ücretinin fazlalığı gibi nedenlerle açıklanamaz. Dünyanın her tarafında olduğu gibi nitelikli ürünler ülkemizde de her zaman alıcılarını, seyircilerini bulmuştur. Bugün gerek büyük kentlerde gerekse Anadolu’nun diğer kentlerindeki seyirci dinamiği daha yüzlerce nitelikli tiyatroyu ve tiyatrocuyu kucaklayabilecek durumda. Milli Eğitim’in bir parçası olarak Çocuk Tiyatrosu’nun da önü çok açık.
Her şeyin “Mal” olduğu ülkemizde ticari kaygılardan uzak bir Kamu Tiyatrosu oluşturmak mümkün: Devlet Ödeneğinin yanı sıra Yerel Yönetimlerin kültüre katkısı sağlanmalı ve çeşitli kurumların sponsorluğuyla çoğalmalıdır.
İstanbul gibi, on milyonun üstünde nüfusu barındıran büyük dünya kentlerinde hemen hemen her mahallede bir Tiyatro salonu bulunmaktadır. İlçe yöneticileri bölgelerindeki Tiyatro Salonları için ödenek ayırmakta ve bu salonların gelişmesini desteklemektedirler.
Gişe kaygısının ikinci, üçüncü planda olacağı bir işletim için gerekli finansman Devlet Ödenekleri, Yerel Yönetimler ve Sponsorlardan sağlanmalı, nitelikli oyun ve gösteriler ucuz bir bilet fiyatıyla seyirci karşısına çıkarılabilmelidir. İyi’nin, Güzel’in ille de çok Pahalı olması gerekmediği kesindir.
-Türkiye’de tiyatro ortamı, kendine özgü bir kimlik oluşturabildi mi? Oluşturabilmesi için sizce hangi kaynaklara yönelmesi gerekiyor?
Türkiye’de Tiyatro Ortamı kendine özgü bir kimlik oluşturamıyor. Yukarıda da sözünü ettiğim gibi sapla saman bir arada. Bırakın tiyatro hakkında yazanları, eğitmenleri, eleştirmenleri, Tiyatroyu meslek edinmiş insanlar da kendilerinin tam olarak nerede olduklarının farkında olmamakta ısrar ediyorlar. Tiyatro bütün bir kavram. Vodviliyle, dramıyla, kamusuyla, özeliyle. Her tiyatro’nun bir alıcısı ve satıcısı var. Kimileri Ticari Tiyatro kavramını bir ayıpmış gibi algıladıkları için (ki böyle bir şey söz konusu bile değil, her tür tiyatronun saygınlığı tartışılmaz) nasıl bir tiyatro yaptığının farkında bile değil. Para kazanmak için yola çıkıp kazanamayınca da –Türkiye’de Tiyatro Seyircisi Yoktur demek ne kadar anlamsızsa ( Kimse bizi tiyatro yapalım diye zorlamıyor), - Seyirci sadece bu tür oyunlara geliyor, seyirci böyle istiyor! ‘a dayanarak bir takım zırvalıkların da tiyatro olarak sunulması o denli anlamsız.
Bir türlü anlayamadığım tiyatro üstüne düşünenlerin O’nu da, Bunu da beğene bilmesi. Anlayamıyorum... Seyirciye hak veriyorum..Gişe’ye gelip -Kral Lear müzikal mi ? ya da Komedi mi? Diye sormalarını anlıyorum. Ama A oyununu seven ve savunan bir tiyatro düşünürünün nasıl olur da B oyununu ( oyun ?) sevebildiğini anlamıyorum. Burada söz konusu düşünür ya da yazarın beğenip beğenmemesi değil, elma ile armudun aynı meyve olduğunda ısrar etmesi. Yoksa elmanın ya da armudun onun istediği lezzette olup olmaması çok başka bir konu.
A ile B’yi nasıl yan yana getirebildiklerini anlamıyorum. Dünyada başka örneklerle karşılaşamıyorum. Ticari tiyatronun Ticari Tiyatro gibi kamu tiyatrosunun Kamu Tiyatrosu gibi değerlendirilebilmesini özledim ( Kamu Tiyatrosu Kavramı ile salt Devlet ve Belediye Tiyatrolarını kast etmediğimi, Özel Tiyatroların da Kamu Tiyatrosu olarak varlıklarını sürdürebileceklerini ya da sürdürdüklerini inatla bir daha belirtmek isterim- sonuçta bu bir seçimdir...)
Tüm bu sözünü ettiklerim teknik bir bilgilendirme gibi gözükse de Türk Tiyatrosu’nun önemli sorunlarının burada başladığını biliyorum. Çünkü yukarıda sözünü ettiğim Sapla Samanı ayıramama ( Saman’ı ille de negatif unsur olarak kullanmıyorum) Eğitimden başlayarak seyirciye ulaşan Üretim’e kadar tiyatronun her şeyini etkiliyor.
Diğer başa çıkamadığımız bir sorun ise Sanatçı kavramıyla yakından ilgili. Biz tiyatrocular Oyunculuğumuzdan, Yönetmenliğimizden utanıyor gibi kendi kendimizi sanatçı ilan ediyoruz. ( Memur sanatçı ya da düz sanatçı..ama sanatçı!)
Bir türlü göğsümüzü gere gere Ben Oyuncuyum diyemedik ya da Tiyatro Yönetmeni. ( Ya da aktör, aktris...) Dünya çapında bir ahçının da sanatçı olduğunun farkına varamadık bir türlü. Ancak söz konusu ünlü ahçı kendisine hiçbir zaman Ben Sanatçı’yım demedi. Ben Ahçıyım! Dedi ve bununla övündü. Ülkemizde de bildiğiniz gibi 500 bilmem kaç TiVi de oynayan 5000 bilmem kaç gencimiz de bizim doğal sanatçılarımız. Zaten onlar da kendilerini sanatçı olarak tanımlıyorlar. Oyuncu ya da Aktörüm Ben diyenlerin sayısı çok az. Onları oyuncu yerine koyanlar onlar hakkında yazı yazanlar. Biziz,... Biz Sanatçılar !!!!!!!.......
Aynen kimi oyunları oynayıp para kazanarak geçimlerini sağlamak isteyen kimi arkadaşlarımıza
-Bu çok iyi bir Tiyatro diyerek, paye biçenler gene bizleriz.
A ya da B nin İyi ya da Kötü olduğunu tartışmıyorum. Benim işim değil. Ama A’nın A, B’nin ise B olduğunu bizler ya da sizler anlayıncaya kadar bu böyle devam edecek.
Daha önce TOBAV ‘a önermiştim. Tamer Levent’ten ( Tam hatırlamıyorum) ya yanıt gelmedi ya da projem reddedildi.
-Ödenekli bir sahnemizi Türk Yazarlarına ayırmamız gerekiyor. Seyirci gelsin ya da gelmesin mutlaka ilk oyunların sahneleneceği bir düzen....
-Yeni Türk yazarları yetiştirebilmek için Kültür Bakanlığından yeni bir ödenek ayrılmalı ve yazarlar oyunları sahnelensin ya da sahnelenmesin desteklenmeli.
|